Bölüm 2: Evrende ki çatlak.
Kara deliğin geğirtisiyle parçalara ayrılan ve varoluş biçimini saf enerjiden alan kolektif bir bilinç vardı. Her bedende farklı bir varyasyon olarak tezahür eden, ama özünde aynı kişiliğin dokusunu taşıyan bu bilinç; kendini milyarlarca formda yaşarken, aynı kalıyordu. Parçalara ayrılan varoluş biçimi, varyasyonlardan yalnızca biriydi ve bedeninin parçalara ayrılışını, tüm gücünü yitirişini ve o an düşündüğü “ölüm demekki böyle bir şey” düşüncesini bireysel yaşamıştı.
Kolektif bilinci ilk keşfeden, “Yuvhir Kargansı” olarak bilinen bir varyasyondu. Krowgin-XTR765 gezegenine yerleşmişti. Bu gezegen devasa, durmaksızın dönen dalgalarıyla tanınırdı. Etrafındaki ay, gezegeni tam ortadan çevreleyecek şekilde sabit bir yörünge izliyordu. Merkezdeki okyanus, hiç durmadan dev dalgalarla hareket ediyordu. Sörf icat edilene kadar, bu gezegenin sakinleri karşı kıtaya hiçbir zaman geçememişti.
Zamanla, gezegenin iki ucunda iki zeki tür evrimleşti. Biri, suya yakın yaşadığından sürüngenimsi özellikler taşıyordu. Onlara Su yudavları denirdi (onlar bundan hiç hoşlanmazdı. kendilerine Xgrpluvrandi denmesini isterlerdi. ama söylemesi o kadar zordu ki onlar bile diğerlerine direkt bu sebepten sinirleniyorum) Diğer tarafın canlılarıysa, dalgalı yaşam koşullarına adapte olmak yerine gezegenin çöl bölgelerine çekilmişti. Zamanla kalın, odunsu derilere sahip, yavaş ama uzun ömürlü Kragulular ortaya çıkmıştı.
Yuvhir, gezegene bir gezgin olarak gelmişti. Her iki türle de iyi geçinir, ama hiçbir zaman bir tarafın diğerinden bahsetmezdi. Zaten kimse bununla ilgilenmezdi.
Kolektif bilincin bir ferdi olduğunu anladığında, kendi benliğini anlamsız buldu. Ama dalgalarla bütünleşmenin en mantıklı yol olduğuna karar verdi ve sörf yapmaya devam etti.
Evrensel zamanla 98K-R992 yılında, bir uçak kazasında kayboldu.
Sonraki Sahne – Ercüment’in Uyanışı
Değirmeni gördü Ercüment. Dönüp duran çarkların içinden akan su, kusursuz bir ritimde ilerliyor, çevresinde ki her şey tanıdık geliyordu. Teninde rüzgârı hissettiğinde, turuncu güneşin verdiği kavruk hisle büyülenmişti. Rüzgarın ona fısıldayan bir sevgili gibi yaklaşıp çekilmesi… Tam bir huzur. Derken:
Pzzzzz pzzzzz pzzzzz.
Telefon titredi. Yüzü yastığa gömülmüştü, gözlerini açtı. Ağzından salyası akmıştı.
“Mhmm… öhhö öhhö… hey?”
Etraf sakindi. Derin bir nefes aldı, tavandaki florasan lambaya baktı. Sonra telefonunu aldı, haberleri ve birkaç komik video izledi. Kendisinde gibi hissediyordu. Kuş sesleri bile alışıldık yerindeydi.
“Tamam… Sanırım saçma bir rüyaydı,” diye mırıldandı. Ayaklarıyla terliklerini aradı terlikleri ayağına geçirdiği anda tuhaf bir his kapladı içini. Her zaman giydiği siyah terlikler gibi değildi bunlar. Başını eğdi. Terlik sandığı şeylerin aslında iki devasa böcek olduğunu fark etti. Sonradan adlarını öğrenecekti (Peytory böcekleri. Bu yaratıklar, kabuklarının altında yün gibi pofuduk içyapılarıyla terlik işlevi görmeleri için evrimleşmişti)
Böcekleri ayağından fırlatıp hızla odasının kapısını açtı ve koridora çıktı.
“Sanırım merhaba demek için yeterince uygun bir noktadayız, zaten hali hazırda yeterince panik olmuşsun” dedi kendinden emin, ukala bir ses.
Ercüment, sesi duyar duymaz tuvalet kapısına baktı. Her şey yerli yerindeydi. Sonra odasına baktı: İki böcek, tatlı tatlı ona bakıyordu. “Ne kadar yumuşaktılar…” dedi farkında olmadan. Sonra kendi sözünden irkildi.
“Güzel, bunu garipsememene sevindim,” dedi ses.“ Senin evreninin aynısının bir versiyonunu buldum. Sadece bu terlikler farklı… bir de tatlı turşusu yok. Ama böcekler sorun değilse, o da sorun olmaz.”
Tatlı turşuyu severdi. “Delirmek için fazla ani bir zaman… nesin sen?” dedi Ercüment.
“Anlatsam da fark etmez. Senin gibi bir canlıyla konuşmayacak kadar yüce bir şeyim,” dedi ses, küçümseyici bir tonla.