.

Uyanırsa ölümün tadını almış bedenler, kendilerini saklamalı yaşadığını hissedenler.


Bir şeye hazır olmak, insanın kendine oynadığı en komik oyundur. Yaklaşık iki yıldır hayalini kurduğum, uğruna neredeyse hayatı askıya aldığım 3B tasarım sürecim sonunda meyvesini verdi. Hayalini kurduğum bir oyun stüdyosu ile yaptığım görüşmeden olumlu yanıt aldım.

İşsiz kaldığım süre boyunca sayısız yere başvurdum ama eski bir mahkum olduğum için rakiplerimin hep gerisinde kaldım. Yine de boş durmak yerine, çocukluk hayalimin peşine düştüm: "Bir gün kendi oyunumu yapacağım!" Bu fikrin peşinden gitmek, kendim için verebileceğim en doğru karardı—ve yaptım.

Ve işte buradayım. Yürüdüğüm engebeli yolun sonuna, başarının eşiğine geldim.

İş yerine adım attığımda resepsiyondaki kadın dikkatimi çekti. Onu ikinci kez görüyordum. İlk görüşmemizde heyecanlı, tedirgin biriydim. Ama şimdi… Şimdi başarının tadını iliklerime kadar hisseden, kendinden emin bir adamdım.

Resepsiyona yaklaşıp sakin bir ses tonuyla, "Günaydın, kolay gelsin," dedim.

Kadın başını kaldırıp bana baktığında gülümsedim. Umuyorum ki iyi bir izlenim bırakmışımdır. O da gülümseyerek,

"Günaydın Erdal Bey, bugün ilk iş gününüz değil mi?" diye sordu.

Beni tanıdığını fark edince hafif bir heyecan hissettim. Hafifçe gülümseyerek, "Evet, sizi de ikinci görüşüm," dedim ve tepkisini izledim.

Gözleri bir an şaşkınlıkla açıldı, ardından birkaç kez kırpıştırdı. "Beni hatırlamanıza sevindim. Size giriş kartınızı vereyim, ilk günden geç kalmanızı istemem," dedi ve bilgisayarına birkaç şey yazdıktan sonra kartı tarayıp bir kartlığın içine koydu.

Kartı bana uzatırken, "Bu arada ismim Selin, tanıştığıma memnun oldum," dedi.

"Ben de memnun oldum," dedim kartı alırken, "O halde sonra görüşürüz."

Gülümseyerek gişelerden geçip asansöre bindim.

Aynada kendime bakarken, "Her şey ne kadar hızlı değişiyor," demeden duramadım. Aslında kötü bir şey yoktu—hatta hayatımın en güzel günüydü. Az önce güzel bir kadınla tanışmıştım ve belki de ilk defa geleceğe umutla bakıyordum. Ama içimdeki o ses…

Beni sürekli dürtüyordu. O ses, primat atalarımızın ormanda geliştirdiği içgüdüleri canlandırıyordu. Hayatta kalma arzusu. Modern dünyada, hayalimdeki işin ilk gününde, bir asansörün içinde sıkışmış halde beni sınıyordu. Beynim patlayacak gibi hissediyordum.

Kendimi, fonda çalan şarkıya odaklamaya çalıştım. "Sanırım bunun için burada," diye düşündüm. Belki de insanın en yalnız olduğu iki yerde—asansör ve tuvalette—bu yüzden müzik çalıyordu. İnsan, sessizliğe tahammül edemiyordu.