“Son, her zaman bir başlangıcın elçisidir. Başlangıç ileriye iterken, son bir sonraki adıma yön verir.”

Çadırın üzerindeki deliklerden, gecenin ve bu üç uydulu gezegenin ay ışığı, bir renk cümbüşü şeklinde içeriye süzülüyordu. Nefes aldıkça ağzına pas tadı gelen Ercüment için uyku, özlenen bir sevgiliden farksızdı. Canını yakan yaralara sürülen merhemler etkisini göstermiş, acısını dindirmişti. Kana bulanmış eski giysileri bir askıya asılmıştı. Kimi zaman çadırın duvarında canavarların siluetleri şeklinde dalgalanırken, Ercüment’in içindeki karanlığın bir adım bile uzaklaşmadığını hatırlatıyordu. Çevresi değişiyor, kendisi dönüşüyor ama o karanlık hep aynı kalıyordu. Onunla savaşmayı uzun zaman önce bırakmıştı. Kaçmaktansa kabullenmiş, karanlığından kaçıp ona geri dönen bir köle olmaktansa, yalnızlığında özgür kalmayı seçmişti.

Çadırdan dışarı çıkıp, sarsıntının etkisiyle net göremediği bu gezegeni tekrar izlemek istedi. Gece, gündüzden daha netti. Etrafın kum tepeleriyle dolu olduğunu fark etti. İçinde, ilkel ama çekici bir dürtü doğdu; yüksek bir tepeye tırmanmak… Yukarı çıktığında, zeminle arası ince bir dal gibi olan ama yaprakları devasa olan ağaçlara rastladı. Bir süre baktı. Hiçbir şey hissetmiyordu. Bu hissizlik onu rahatsız ediyordu.

“Uyku ihtiyacı her canlıda vardır, ama bazıları ona karşı koyacak kadar delirmiştir.”

Sesin geldiği yöne baktığında, yaşlı bir Frek gördü. Vücudunun yanlarından, sakalı andıran, kuş tüylerini çağrıştıran beyaz tüyler sarkıyordu.

— “Sana katılabilir miyim?” dedi yaşlı Frek.

— “Tabii ki,” dedi Ercüment, gözlerini manzaradan ayırmadan.

— “Tanışmadık değil mi? Ben Ercüment. Senin adın ne?”

Frek, gıcırtılı bir ses çıkardı.

— “Beni tanımadın demek. Ben Uylahka.”

Bu ismi duyunca Ercüment’in gözleri büyüdü. Dönüp Frek’e dikkatlice baktı. Yüz hatları tanıdıktı ama bu Uylahka, çok daha yaşlıydı.

— “Bu nasıl olur? Bu sabah çok farklı gözüküyordun. Ne oldu sana?”

— “O benim otuz yaş genç hâlimdi. Yani yine bendim.”

— “Ama... bu kadar çabuk mu yaşlanıyorsunuz?”

Uylahka gülümsedi, Ercüment’in sırtına hafif bir şaplak attı.

— “Biz Frekler bir ömürde üç kez doğarız. Her seferinde arasında 30 yıl olur. Sabah karşılaştığında 36 yaşındaydım. Şimdi 66. Ve seni ilk gördüğümde, çadırına gizlice bakarken, sadece 6 yaşındaydım.”

— “Bu... aklım almıyor.”

— “Bizim zamanımız farklı akar. Yaşam sonlanmadan önce üç evremiz birbirini tanır. Ve son evrede üç zihin bir olur. Bedenlerimiz sırayla ölürken, zihinlerimiz birleşir. Ölüm... artık huzurla karşılanır.”

Ercüment gülümsedi. “Evriminiz size resmen kıyak geçmiş. Ben daha ilk iki ölümümü kabullenemedim. Hâlâ korkutuyor beni.”