—Bulanık bir suda, ne kadar derinde yüzdüğünün önemi kalmaz.
Kozmik canlı, dükkanın içinde kasiyerle hararetli bir sohbete dalmıştı. Ercüment ise dışarıda, dükkânın hemen önünde yer alan bir bankta tek başına oturuyor; olan biteni anlamlandırmaya çalışıyordu. Sadece iki gün önce geçim sıkıntısı çekiyor, gelecek hakkında endişeleniyordu. Bir gün önce ölmüş, şimdi ise uzayın bir köşesinde, üstü başı dağınık bir uzaylıyla birlikte alışverişe çıkmıştı. Her şey o kadar hızlı bir şekilde gelişiyordu ki, henüz bir olayı sindiremeden diğeri üzerine çöküyordu.
Derin bir nefes aldı. Etrafına bakmaya başladı. Gördüğü manzara ürkütücüydü, aslında içimdr bulunmasa komik diyebileceği bir yerdi. Sokakta gezinen yaratıklar, Ercüment gördüğü kabuslardan bile korkunç gözüküyorlardı. Gözlerini gezdirirken bir tanesi dikkatini çekti; zihninde, geçmişte arkadaşlarıyla bir gölün kenarında gördüğü parçalanmış bir kurbağa imgesiyle örtüşüyordu. Ama bu kurbağa hareketsiz değil, yerde eğri büğrü vücudunu kollarıyla sürüklüyor, kulağına taktığı bir cihazla biriyle –ya da bir şeyle– konuşuyordu. Yüzünde geniş, kasıtlı gibi duran bir gülümseme vardı ve duyulmamış, garip tonlamalarla bir dilde konuşuyordu.
Onun hemen arkasında, bedeninin alt kısmı çekici bir kadın siluetini andıran, ama belden yukarısı sanki ornitorenkten bozma bir yaratık daha yürüyordu. Ercüment’in dikkatini çeken şey, bu yaratığı garip bir şekilde gözüne seksi gelmesiydi. Kendince işin en tuhaf yanı da buydu: Dün hâlâ iri göğüslerden hoşlandığını düşünürken, bugün uzaylımsı bir yaratığın kalçaları onu tahrik etmişti. İçten içe bir kimlik çatışmasına sürükleniyordu.
Kafasını kaldırdığında gökyüzü, daha önce bildiği hiçbir şeye benzemiyordu. Renkler birbirine karışıyor, zaman zaman sanki göğün bir otoyolu varmış gibi, uzay gemileri bir o yana bir bu yana akıp gidiyordu. Bu gökyüzü bir tablo gibi değil; yaşayan, nefes alan bir varlık gibiydi.
“Hayalperest olduğumu söylerler,” demişti kendi kendine. “Ama ben bunu hayal edecek kadar asla içemem.”
Gerçekçilikle alkolizmi arasında kurduğu sınırı biliyordu. Üç, en fazla dört kadehten sonra anlattığı hükayeler çevresindekiler için ne kadar uçuk ve inanılmaz şeylerse, şimdi içinde bulunduğu durum da o kadar akıl dışıydı.
Tam bu sırada dükkânın kapısı açıldı. Kozmik canlı dışarı adım attı.
“İşte şimdi hazırız,” dedi kocaman gülümseyerek. “Burada ikimize de yetecek kadar mal var. Hatta senin gezegeninden getirilmiş özel bir parti bile var!”
Ercüment’in omzuna hafifçe vurdu.
Ercüment’in yüzü kendiliğinden gerildi. Hoşnutsuz bakışlarını kozmik canlya çevirdi. Yüzü, bir surat gibi değildi; ne tam olarak insandı, ne de başka bir şeye benziyordu. Gözleri, bu sureti netleştiremiyor, zihni bir imge inşa edemiyordu. Var ama yok gibi…
“Senin adın ne?” dedi Ercüment.
“Ohh,” dedi yaratık, kendini toparlayarak. “Ne kadar da kabayım. Tanıtmadım kendimi. Benim adım Sondarlı Kreqrl Markan. Ama arkadaşlar bana kısaca Kreq der.”
Ercüment başını salladı. “Tamam Sondarlı Kreq… bana bir açıklama borçlusun. Beni iki kez öldürdün ve şimdi buraya getirdin. Amacın ne?”
Kreq şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. “Hayır hayır, yanılıyorsun. Sadece bir kez ölümüne sebep oldum. Onda da gözlerin kapalı yürüyordun.”
Ercüment yüzünü buruşturdu. “Peki… döndüğümde kapının olması gereken evren? Orada bana ne oldu?”
Kreq bir an sustu. Hafifçe etkilendiği belli oluyordu. “Vay be… Ataları muz için savaşan kılsız bir maymun türüne göre gayet zekisin. Orası… ‘Ana Evren’di. Parçalanmış tüm evrenlerin dağıldığı nokta. Onun neden ya da nasıl var olduğunu bilmiyorum. Ama sabit olduğunu biliyorum. Tahminime göre, onu oraya birileri koyduysa, şu anki hali onları hiç memnun etmiyordur. Bu yüzden takım taklavatı toplayıp bu evreni tamir etmemiz lazım.”
Poşetinden içki benzeri bir şey çıkardı, bir yudum aldı.
“Biliyorum, seni bir anda buraya getirmem senin için alışması zor bir durum. Ama maymun adam, sana bir güzellik yapacağım. Bu bombayı bitirene kadar sana bir soru daha sorma hakkı veriyorum.”
Ercüment’in zihninde, sorular bir ordu gibi dizilmişti. Hangi birini soracağını bilemedi. Sessiz kaldı. Sadece önünden geçen başka bir uzaylıyı izledi. Bu kez gelen, tamamen bir baykuşu andıran bir varlıktı. Yavaşça önünden geçti ve doğrudan Ercüment’in gözlerinin içine baktı. O bakışta gizemli bir anlam vardı, sanki “Beni tanımıyorsun ama artık ben seni tanıyorum.” diyordu.